top of page

CENNETTE SON GÜN

Yazarın fotoğrafı: Ali ÖnderolAli Önderol

"Yarın Pazartesi!" diye bağırarak daldı ücra köyün meydanına. Gitmeyip, görmeyip yine de o köyün 'bizim köyümüz' olduğunun iddia edildiği yıllardı. Yaklaşık 45 yıl önceydi yani seksenli yılların ilk yarısıydı.

"Bize ne be! Git bayırda bağır!" dedi muhtarın oğlu. Muhtarın oğlu olunca, köylü adına konuşma hakkı gökten iniyordu o zamanlar.

"Boş ver evlat, uyma sen ona, kendini takvim zannediyor bazen bu zındık." dedi Hacı Amca.

"Neymiş, neymiş?" diye sordu Kahveci Kuru Memik.

"Yarın geliyorlar, yarın geliyorlar, yarın Pazartesi!" Sesini biraz daha yükselterek yineledi.

Ücra köyü haritada göster deseler, bütün gözlerin kağıt üzerinde sağa doğru kaydığı, oysa tüm yönlerdeki köylerin ücra olduğu yıllardı.

"Her sene aynı zırva, kimsenin geldiği falan yok! Bırak da kafamızı dinleyelim." dedi muhtarın oğlu.

"Geçen yıl da geliyorlar dediğinde inandık da ne oldu? Antik miymiş, kuntik miymiş yıkık kilise kalıntısının ve agoranın yolunu temizlemiştik boş yere..." diye onayladı onu Hacı Amca.

"Kim geliyormuş, kim?" diye sordu Kahveci Kuru Memik.

Ücra Köy bir çok köy gibi yüzlerce yıllık kalıntıların üzerine kurulmuştu. Çapel Öseyin dışında köyün saklı tarihi ile ilgilenen yoktu. Çapel'in merakının kaynağı ve ilgisinin artmasının nedeni, bir tarihte köye yolu düşen yaşlı bir gezgindi. Gezgin, doğasına ve tarihine hayran olduğu bu köyde biraz zaman geçirmiş ve Çapel Öseyin ile arkadaş olmuştu. Köyden ayrıldıktan sonraysa Çapel'le mektuplaşmış ve ona çeşitli dergi ve makaleler göndermişti. Çapel de, bu dergilere yazılar göndermiş ve köyünü tanıtmaya çalışmış ve bir çok kişinin ilgisini çekmeyi başarmıştı.

"Elindeki zarfı havaya kaldırıp, " Geliyorlar, yazmışlar işte, yarın Pazartesi, yarın geliyorlar!" diye yineledi Çapel Öseyin, gözleri ışıldıyordu.

"Ulan Çapel! Böğürüp durma, ne diye gelecekler? Haydi geldiler diyelim, nerede kalacaklar, ne yiyip içecekler? Başımıza iş çıkartma, tepeleyeceğim şimdi seni meydanın orta yerinde!" dedi muhtarın oğlu.

"Uyma evlat, uyma dedim şuna! Kimsenin geleceği yok, gelirse de yallah eski limandaki harabelere..." Hacı Amca'nın söylediği limandaki harabeler yaklaşık 2.000 yıllıktı. Köyün bir kaç balıkçısı dışında eski limanın bir önemi yoktu. Harabeler ise Çapel Öseyin dışında kimsenin uğramadığı, zeytin ve bir kaç badem ağacı ile çevrili, boş, yıkık dökük taşlardan oluşan bir alandı.

"Ne konuşup duruyorsunuz, ne harabesi, kim geliyor, anlamıyorum." diye sormaya devam etti Kahveci Kuru Memik.

"Siz bilirsiniz, bu sefer gelecekler, göreceksiniz." dedi ve meydandan ayrıldı Çapel.

500-600 nüfuslu köy Pazar akşamı, her akşam olduğu gibi uykuya dalmışken Çapel Öseyin'in içi içine sığmadı, sabah olmak bilmedi, uyku onu, o da uykuyu bir türlü tutmadı. Ay ışığı pencereden yattığı yere ve yüzüne, en ihtişamlı hali ile yansıyordu. Mitoloji fışkıran topraklardan sanki Ay Tanrıçası tekrar çıkagelmiş ve bu sefer aşık olmak için Çapel Öseyin'i seçmişti. Öseyin, yaşlı gezginin kendisine yolladığı yazılardan Ay Tanrıçası Selene'nin dillere destan güzelliğini ve hikayesini iyi biliyordu. Ölümsüz bir aşk için sonsuz bir uykuya dalmaktan korksa da, gözlerini yavaşça kısarak kapadı. Dudaklarında hala belli belirsiz bir fısıltı vardı; "Yarın Pazartesi, yarın Pazartesi..."

Ücra Köy, zamanın dik yamaçlar arasına sıkışıp kaldığı ve belki de yüzyıllarca hiç akmadığı bir yerdi. Ertesi günün her şeyin değişeceği ilk gün olacağını nereden bilebilirlerdi ki...

Sense bir tatil günü Bodrum'a, Marmaris'e veya Datça'ya gidiyordun ve yol üzerinde, Bafa Gölü kıyısında mola vermiştin. Artık o köyün-köylerin ücra bir köy olmadığı bir gündü yani. Köye baktın, köyü bir tüketim dekoru haline getirip çayını yudumladın, yine köye doğru baktın ve bir yerin nasıl zaman boyutundan ayrıldığını gördün. Görmedin mi yoksa? Nasıl göremezsin?

Önce Çapel Öseyin geçti yanından, çok yaşlanmıştı. Sırtında taşıdığı kalbur yaşlılıktan değildi ama. 2.000 yıl ayakta kalmış ücra bir güzelliğin iki günde parça parça edilmiş ağırlığı binmişti üzerine. Bir Pazartesi günüydü.

Tam karşında Hacı Amca Türbesi vardı. Renkli renkli kumaşlar sarkıyordu bir yerlerinden. Türbe tam olarak limanda ve artık olmayan harabelerin üzerindeydi. Görmedin mi?

Muhtarın oğlu çoktan baba olmuştu ve yanındaki masada oturan onun oğluydu, köyün muhtarı artık oydu. Sana selam vermişti, görmedin mi?

Kahveci Kuru Memik mi? Hala soruyordu; "Gelmediler mi, gelecekler mi..."

Gelmişlerdi tabii ve işte o gün 'cennetteki son gündü', 600 nüfulu köyden 600.000 nüfuslu...


Comments


Telif Hakkı © 2024 Kerem Ali Önderol     Tüm Hakları Saklıdır.
bottom of page