Ankara’dan sadece senin abin geldiğinde değil, Ankara’dan herhangi bir abinin geleceği öğrenildiğinde bile evlerde bayram havası esen günlerden bir gündü, belki de dündü. Ben eskiden, sadece Gemlik’ten anneannem gelince delirdiğim için bu durumu anlamaktan çok uzak kaldım, halen de tam anlamış değilim ama vardır bir hikmeti…
Sabahın erken saatleri, yan evde bir telaş var. Bir patırtı, bir koşuşturma, telefon sesleri… Hayırdır, yandan pek ses gelmez oysa… Köy yeri, evler müstakil, bahçe duvarları kalın, yüksek, pek ses geçirmez. İstanbul’dan köye göçeli epeyce bir zaman olmuş, sessiz sesiz yaşıyoruz müstakillerimizde.
İstanbul’dan göçerken güruh psikolojisinden tamamen sıyrılıp bazen klan, bazen de yalnız bir çoban olarak yaşamayı seçtiğimden olsa gerek, yan evde kimin, ne şekilde, neden oturduğu beni pek ilgilendirmiyor ama ‘ünlü’ biri olduğunu biliyorum. Hatta İstanbul hatıralarımın Taksim’e çıkan sokaklarında bir yerlerde, birkaç sefer tanıştığımızı da biliyorum. O zamanlar, o sokaklar bir tuhaf koktuğundan mıdır nedir, bir tanıştığınla birkaç kez daha tanışacak kıvama ulaşıyorsun. Bir günde yirmi kişi ile tanışmış olduğunda aslında o sayı sekiz kişiye falan denk geliyor, ünlü veya ünsüz olması da fark etmez, zaten hepsi ünlü…
Yan evde bir telaş, bir hazırlık var, bende sabah mahmurluğu. Herhalde ‘Ankara’dan abisi gelecek’ diye düşünüyorum, kafama nasıl yerleştiyse şarkı… İstemeden de olsa kulak kabartıyorum; “Lamba geldi mi, gelir gelmez bana haber verin, sakın kutusunu falan açmaya kalkmayın, lamba önemli, lamba önemli…” Akşam evde parti mi verecek, ışıklandırması mı bozuldu, sabah sabah ne lambası diye düşünürken aklıma evinin müştemilat kısmında gördüğüm bazı şeyler geliyor. Depo olarak kullandığını sandığım müştemilat yola baktığı için yürürken bazı filmlerinde gördüğüm objeler… İçi kola dolu bir güğüm, porselen bir tabak, bir don(markasız), bir uydu maketi, portakal sıkacağı, neler neler…
Vakit ilerliyor, ortalık bir süre durulmuşken bir kargo aracı yanaşıyor. “Geldi, geldi. Aman kardeşim, dikkatli olun, şuraya bırakın ben alırım…” Abisi kargoyla mı geldi Ankara’dan diye kısa bir saçmalamadan sonra beklediği lambanın geldiğini anlıyorum. Lamba gelmeden, hazırlıklar yapılmadan abi gelir mi?
Sabahtan beri gelen sesler meğerse sivrisinek vızıltısıymış. Esas gümbürtü lambanın gelmesi ile kopuyor: “Kırık ulan bu! Kırık gelmiş! Hemen değiştirin bunu, hemen!” Telefona sarılıyor, birileriyle konuşuyor tam duyamıyorum, mail atıyor hiç göremiyorum. Biraz üzülüyorum duruma, evde antika, pirinç bir lamba var, onu mu versem, hediye mi etsem? Yok, olmaz. Ünlüye yanaşan yavşak gibi, ne o öyle… Lambader Derneği’ni mi arasam, bulamasam mı öyle bir dernek? Evdeki pirinç lambayı çaktırmadan mı versem, mesela duvarın bu tarafından fırlatsam mı bahçeye? O da kırılacak, olmaz.
Zaman geçiyor, ortalık yıkılıyor. İade almıyorlar, yenisini vermiyorlar, ne lambaymış kardeşim, sokakta huzur kalmıyor. Ellerinde lambalar ile yürüyerek durumu protesto eden bir halk gibi hayal ediyorum kendimi, bağırıyoruz “Ellerimde lambalar, kapında bir ışıldak, görürsen beni şaşırmaa!” Yahu niye bu adamın şarkıları beynimde çalıp duruyor, bu da ayrı mevzu…
Adamın abisi gelecek Ankara’dan, lambası yok! Var da kırık. Birkaç saat içerisinde bomba rap şeklinde geliyor ve sosyal medyada patlıyor. Kırık lambanın fotoğrafını da koyup yazıyor; “ Cin olmadan adam çarpmayın!” Markayı da etiketlemiş, çalışanları da tebrik etmiş.
Akşama doğru “Makara Kolekşın” yazılı bir araç yanaşıyor sokağa. Gıcır gıcır, yeni lamba özürler eşliğinde geliyor. Fazla sürmüyor evin aydınlanması. Mavi bir ışık, sisler içerisinden bütün sokağı aydınlatıyor. Bir ses duyar gibi oluyorum; “Eyyy Cin, söyle benden ne dilersin?” Cevabı duyamıyorum.
Akşam oluyor, akşam kadehi elimde, odun ateşi yerli yerinde. Yandan bir şarkının sözleri geliyor; “Kırıklarını aldırdım kalbimin, zırhını çıkarttım astım portmantoya…” Oh be, neyse ki bu sefer aynı adamın şarkısı değil…
Comments